Yaşamlarımızı görünmez sınırlarla çevrelenmiş, belirli alanlarda sürdürüyoruz. Merkezimizi evimiz olarak düşünürsek; merkezden biraz uzaklaştığımızda gittiğimiz yerler ofislerimiz, alışveriş yaptığımız marketler, kahvesini çok sevdiğimiz mahallemizdeki kafe, cuma akşamları vakit geçirdiğimiz bar, spor salonumuz gibi alışık olduğumuz birkaç lokasyon… Eğer bir değişiklik yapıp da bir arkadaşımızın instagramda paylaştığı bir bara gidersek, kendimizi yeni bir yeri keşfetmiş ve bir görevi tamamlamış hissediyoruz.
Pek çoğumuz yaz tatillerimizi Çeşme, Bodrum ve Antalya hattında kısıtlamış durumdayız. Aynı şekilde hafta sonu kaçamakları yaptığımız, sonbahar ve kış rotalarımız da yaşadığımız şehre en yakın, defalarca gittiğimiz birkaç tanıdık şehir ve mekan olmaktan öteye gidemiyor. Oysa doğduğumuz, büyüdüğümüz ve yaşamımızı sürdürdüğümüz bu topraklar; çoğu zaman üstüne düşünmesek de doğası, iklimi, fauna ve florasıyla, yerin altında ya da üstünde, keşfedilmiş veya keşfedilmeyi bekleyen tarihi yapılarıyla ve binlerce yıldır insanlığın yönünü değiştiren, tarihin önemli anlarına tanıklık etmesiyle, çok özel topraklar ve bizler tarafından keşfedilmeyi bekliyorlar.
Burada paylaştığımız seyahat yazılarımızın pek çoğunun amacı; keşfedilmemiş, üstüne konuşulmayan ve göz ardı edilmiş rotaları, yapıları ve şehirleri tanıtmak. Birazdan tanıtacağımız, ’dünyanın ilk tapınağı’ olarak anılan ve ortak kültürel mirasımızın önemli bir parçası olan Göbeklitepe, ziyaret edelim ya da etmeyelim, hakkında detaylı olarak fikir sahibi olmamızı hak eden çok önemli yapılardan biri. Şanlıurfa şehir merkezinin 15 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik Köyü’nün yakınlarında yer alan ve 1995 yılında başlanan arkeolojik kazılar ile keşfedilen Göbeklitepe, Türkiye’yi ev sahipliği yaptığı tarihi yapılar açısından bulunduğu coğrafyadaki diğer ülkelerden ayrıştırıyor. Tarihin bilinen en eski kült yapılar topluluğu olan Göbeklitepe; gerek inşa edilme şekli, gerek kullanım amacı ile gizemlerle dolu insanlık tarihine ışık tutuyor.
Ev Yok, Tarım Yok, Tapınak Var
Göbeklitepe öncesinde uzmanlar, avcı-toplayıcıların yerleşik düzene geçtikten sonra tarım yapmaya ve sonrasında da anıtsal yapılar inşa etmeye başladıklarını düşünüyorlardı. Oysa bundan tam 12.000 yıl önce, Çanak Çömlek Öncesi Neolitik Dönem’de inşa edilmiş olan Göbeklitepe’nin keşfedilmesiyle anlaşıldı ki, Neolitik Çağ insanları hiçbir yerleşim yeri kurmadan ve yerleşik düzene geçmeden önce tapınak inşa etmiş ve burada ibadet etmeye, toplanmaya ve ritüeller düzenlemeye başlamış. Arkeolog ve antropologların değerlendirmesine göre Göbeklitepe, civarda bulunan avcı-toplayıcılar tarafından yapılmış. Anıtsal yapının inşasında görev alan avcılara, çevrede avlanan diğer topluluklar yiyecek götürmüş.
Stilize edilmiş insan figürleri olduğu düşünülen T biçimindeki sütunların, dairesel bir şekilde yerleştirilmesi ile oluşturulan bu yapının keşfi, tarihçilerin insanlık tarihiyle ilgili ezberini bozması açısından büyük önem taşıyor. Toplamda 20 adet dairesel yapıdan oluşan Göbeklitepe’deki her dairesel alan 10-15 adet T biçimindeki sütun ve bunların arasına duvar örülmesi ile oluşturulmuş. Her dairesel alanın ortasında, diğer T biçimindeki sütunlardan daha uzun iki adet dikilitaş yerleştirilmiş. Bu dikilitaşların ve sütunların en büyüğü tam 16 ton ağırlığında. Üst kısmının baş, altının ise gövdeyi temsil ettiği belirtilen T biçimindeki bu yapıların, bazılarında el ve kol, bazılarında ise hayvan figürleri bulunduğu belirtiliyor.
M.Ö. 8.000 yılında terk edilen Göbeklitepe de çok sayıda gerçeği yansıtan ve mitolojik olmayan hayvan heykeli, ok ve mızrak uçları, figürler ve alkol tüketilen pek çok şenlik düzenlendiğini gösteren kap bulunmuş. Ayrıca Haziran 2017’de bulunan delinmiş, çizilmiş ve asılmış olduğu tahmin edilen çok sayıda kafatası da burada ibret-i alem gösterileri yapıldığına işaret etmekle birlikte, bu kafataslarının tam olarak hangi amaçla delinip asıldığı henüz anlaşılmış değil.
Göbeklitepe’de 1995 yılında Arkeolog Klaus Schmidt tarafından başlanan kazı, 2014 yılında Schmidt’in ölümüne kadar kendisinin başkanlığında sürdürülmüş. Günümüzde ise kazı çalışmaları Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Türk arkeologlardan oluşan Bilimsel Danışma Kurulu’nun işbirliği ile devam ediyor. Kazının iklim koşullarından zarar görmesini engellemek amacıyla yapımına başlanan çatı koruma çalışması sebebiyle bir buçuk yıldan fazla süredir kapalı tutulan Göbeklitepe’nin 2018’in ilk aylarında ziyarete açılması planlanıyor. UNESCO tarafından dünya mirası listesine aday gösterilen bu son derece özel yapıyı önümüzdeki yıl bahar aylarında ziyaret etmeni öneririz.
En son ne zaman bir şeyi ‘ilk’ defa yaptığını düşün. Eğer bu sorunun cevabını anımsayamıyorsan, bahar rotana, dünyanın ‘ilk’ tapınağını görmeyi eklemelisin. Kadim ve bereketli Mezopotamya topraklarını bir ucundan yakalayan ülkemizdeki bu değerli yapıyı görmenin ve birkaç saatliğine bile olsa binlerce yıl öncesine gitmenin senin için unutulmaz bir deneyim olacağına eminiz.